"Her gün, daima öğleden sonra oraya gidiyor, koridorlardaki resimlere bakıyormuş gibi ağır ağır, fakat büyük bir sabırsızlıkla asıl hedefine varmak isteyen adımlarımı zorla zapt ederek geziniyor, rastgele gözüme çarpmış gibi önünde durduğum "Kürk Mantolu Madonna"yı seyre dalıyor, ta kapılar kapanıncaya kadar orada bekliyordum."
Kimi tutkular rehberimiz olur yaşam boyunca. Kollarıyla bizi sarar. Sorgulamadan peşlerinden gideriz ve hiç pişman olmayacağımızı biliriz. Yapıtlarında insanların görünmeyen yüzlerini ortaya çıkaran Sabahattin Ali, bu kitabında güçlü bir tutkunun resmini çiziyor. Düzenin sildiği kişiliklere, yaşamın uçuculuğuna ve aşkın olanaksızlığına (?) dair, yanıtlanması zor sorular soruyor.
Çoğumuz mutlaka görmüşüzdür fakat okumamak için bahaneler üretmişizdir. Ben de onlardanım. Ama okuduktan sonra ne kadar şey kaybettiğimi anladım. Genellikle yapım gereği pek romantik roman seven biri değilim. Genellikle fantastik okurum. Ama okudum ve sevdim işte. Özellikle 1900' lü yıllarda yaşayan Almanya'daki insanları tanımak için muhteşem bir başyapıt. Kitaba büyük bir beklentiyle başladım ve hayal kırıklığına asla uğramadım. Beklediğimin de üstüne çıkan bir kitap. Eksik yönleri yok gibi. Fakat kitap biraz durağan. Arada insanın bırakası geliyor. Fakat devam edersiniz yazar kitabın sonunda olayları çok iyi bağlıyor.
Sonuç olarak okuyun diyorum. Aşk kitabı sevmiyorsanız da okuyun!
Birkaç alıntı:
''Seni seviyorum. Deli gibi değil, gayet aklı başında olarak seviyorum.''
''Dünyanın en basit, en zavallı, hatta en ahmak adamı bile, insanı hayretten hayrete düşürecek ne müthiş ve karışık bir ruha maliktir!.. Niçin bunu anlamakta bu kadar kaçıyor ve insan dedikleri mahluku anlaşılması ve hakkında hüküm verilmesi en kolay şeylerden biri zannediyoruz? Niçin ilk defa gördüğümüz bir peynirin evsafı hakkında söz söylemekten kaçtığımız halde ilk rast geldiğimiz insan hakkında son kararımızı verip gönül rahatlığıyla öteye geçiveriyoruz?''
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder